Bir yavrumuz olmuş gibi hissederek yazıyorum...
Uzun soluklu Kandida yazı dizisiyle bir süredir size buradan seslenen Didem, hem blogda hem de gerçek hayatta gördüğü yoğun ilgi ve aldığı sorular dolayısıyla bugüne kadar ki yazılarını kandidabyebye blogunda topladı. Hem bugüne kadarki serüvenini hem de bundan sonraki yazılarını, düzenlediği seminerlerin duyurularını ve danışmanlık çalışmalarını artık oradan da takip edebilecek, kendisine doğrudan ulaşabileceksiniz.
ve Didem'in süreci özetlediği yeni yazısını da buradan takip edenlerle paylaşmak istedik...güle güle Kandida :)
https://kandidabyebye.wordpress.com/vol-5-post-kandida-yasam-daha-fazlasi/
23 Temmuz 2014… İşte bu tarih ile kainata altın harflerle yazdım: ELVEDA CİCİM! Geri dönmedi. Vedalaştık. Yazmıştım size de en son mektubumda (https://kandidabyebye.wordpress.com/kandida-bir-yok-olus-hikayesi/).
Şimdi neden mi yazıyorum? O kadar çok kişi bana ulaştı ve süreçlerinde
yardımcı olmamı rica etti ki… ve “Savaşçı” sıfatı ile gururumu okşayan,
tebriklerini kalpten sunan onlarca kandida müzdaribi insanla tanıştım.
Bu nedenle güncellemelerimi ve bu konu hakkındaki süre giden
gözlemlerimi aralıklarla yeniden paylaşmam gerektiğini düşünüyorum. Hem
geçmiş 4 yazının bir özetini, hem de yeni bakış açılarımı paylaşarak
bazı sorulara cevap vereceğim:
Nasıl başladı?
Neler yaşadım?
Nasıl kronik hale geldi?
Çözüme nasıl ulaştım?
Hangi yöntemleri denedim?
Başarısızlıklarım ve başarılarım neler?
Hayatımı nasıl etkiledi?
Kandida neden önemli ve bana neler anlatıyor?
Dişiliğimle/kadınlığımla bağlantısı ne?
Şimdi ne yapacağım?
Kandida ile ilk tanışmam 2008 yılına
tekabül eder. 22 yaşındaydım. Yaklaşık iki yıldır vejetaryendim. Önceki
senelerde protein temelli beslenip yoğun spor yaparken ikinci itibariyle
farklı bir yaşama geçiş yaptım. Tamamen bu konuya bağlamıyorum elbette,
ancak şu anda görüyorum ki oldukça karbonhidrat ve şeker ağırlıklı
(günde 2-3 kilo meyve gibi) besleniyordum. O yıl nadiren kendisini
gösteren vajinal kaşıntı ve akıntılar bir sonraki sene iyiden iyiye
kendisini göstermeye başlamıştı. Bir kaç kere kullandığım ertesi gün
hapı ve ardından başladığım doğum kontrol haplarının etkisini
söylemiyorum bile.
Aynı sene ruhsal olarak yorulmaya
başlamıştım. Anksiyete ve panik atakların yoklamaya başlamasıyla kandida
iyice güçlenmeye başlamıştı, ya da tam tersi. Zira şu anda biliyorum ki
kandida panik atak ve anksiyetenin başlıca nedenlerinden biri.
İkili İlişki Muamması: Dişiliğin Karanlığa İtilmesi
Velhasıl-ı kelam, 2009-2012 arasında
gittikçe bedenimi ele geçiren kandida ve anksiyete halleri ile yorucu
bir hayata sahip olmuştum. Aynı süre zarfında yorucu bir ilişki
içerisinde debeleniyor olmak da tuzu biberiydi her şeyin. O vakte dek
özgür ve sakin bir hayatım varken, ikili ilişkinin kontrolcü yapısından
dolayı kendim olmaktan çıkmış ve ilişkiyi sürdürmeye çalışır halde
bulmuştum kendimi. Dişiliğimden eser kalmamış, güçsüz ve yetersiz
gördüğüm partnerim yerine erkek olmaya çabalamaktaydım ilişki
içerisinde. Şimdi dönüp baktığımda, kendimi kaybetmiş halde, sağlığıma
dikkat etmeden, ruhsal bir bunalımda hayatımı devam ettirmeye çabalarken
elbette ki kandidanın bedenimi mesken tutması hiç de şaşılacak bir şey
değil. Bir yandan kendi hayatımın iplerini başkalarının eline vermiştim,
diğer yanda ise bundan hoşnut olmayan ve karanlıkta sıkışıp kalan
dişiliğimin çığlıkları ve paniğini nasıl yatıştıracağımı bilemiyordum.
Bunu kendi ellerimle bu hale getirmiştim.
Bir şeyler yapmam gerektiğini biliyordum.
Sağlıksızdım ve korku dolu bir hayat yaşıyordum. Partnerimle bir
aradayken kandida ve ataklar geri dönüyor, ondan uzaklaşıp kendi
yaşamıma ve kararlarıma dönmeye başladığımda ise rahatsızlıklarım benden
uzaklaşıyorlardı. Daha açık bir cevap nasıl olabilirdi ki acaba!?
İlişkiyi bitirdim. Kolay olmadı,
sürüncemede kaldı bir süre, aynı bedenimdeki kandida gibi, ancak
başardım ve yeni bir hayata başladım.
2011 senesi ile birlikte yaşamımı yeniden
kurgulamanın ve spora yeniden başlamanın paha biçilmez hafifliğini
deneyimliyordum, lakin henüz tam anlamıyla kurtulmuş sayılmazdım. O
noktaya nasıl geldiysem aynı karanlık yolda giriş kapısına ulaşmak da o
kadar zaman alacaktı belli ki. Sabır ve metanete ihtiyacım vardı… ve
elbette ki inanca.
2012 yılının başında yeni bir ilişkiye
başladım. Kısa sürede (6. Ayda) evlenme konusu açılmıştı. Dingin ve
mutlu bir ilişkiydi.. bir süreliğine. Önceki ilişkimde ipleri
yitirmiştim, bunda ise tam tersi kontrol delisi olmuştum. Ancak yine
aynı sorunla yüzleşiyordum: Yetersiz eril.
Asabi ve öfkeli bir kadına dönüşmeye
başlamıştım. Gün geçtikçe ve hiç bir sınavımdan geçemediğini gördükçe
(kadınlar her daim erkeklerini sınarlar) çıldırıyordum. Tabi ki manidar
olarak bu sınamalar ve çıldırmaların başlamasıyla kandida 1 seneden
sonra geri döndü. Hoş, koşturma ve iş yaşamı içerisinde karbonhidrata
yeniden ağırlık vermiş olmamın da etkisi eminim olmuştur, ancak kandida
sadece materyalist bir eleman değil, aynı zamanda maneviyatınızı
sömürmeye ve ondan beslenmeye de çok açık bir asalak. Sizi ele geçirir,
duygu dünyanızla dünyayı yönetmeye kalkar. Sonra bir bakmışsınız onun
için çalışan bir köle olmuşsunuz.
Gel zaman git zaman, bedenimin bir
şeylerin ters gittiğini bana bağıra çağıra söylemeye başlamasıyla (panik
atak geri dönmüştü, akıntı-kaşıntılar başlamıştı ve sürekli bitkindim)
kendime geldim ve bir ilişkiye daha son vererek yeniden başlangıç
yapmaya karar verdim. Tanrım neydi beni bu kısır döngüye bir kere daha
sokan!?
Yeni bir hikâye…
2013 yılının topraklarımızda diriliş ve
farkındalığı su yüzüne çıkarması gibi bende de bastırılmış olan pek çok
his ve örüntüyü/kalıbı sarsmıştı. Artık hayatımda nelerin “olmaması”
gerektiğini görmeye, daha doğrusu kabullenmeye başlamıştım.
Bağımlılıklar üzerine kurulu, asalak bir ilişki istemiyordum. Hatta asalak duyguları da görmeye başlamıştım ve her birini kalbimden söküp atmak istiyordum. Kararım kesindi. Kendi rehabilitasyonuma start vermiştim.
İlk olarak bedenimi yenilemeye karar
verdim. Tekrarlamaya başlayan hafif anksiyete halleri, yoğun bel ağrısı
ve geçmek bilmeyen vajinal kaşıntı ve akıntılar yok edilmeliydi. Üçünün
de birbiriyle bağlantılı olduğunu anlamak benim için zor değildi
elbette. 15 yaşımdan bu yana bedenimle derin ilişkiler içerisinde
bulunmak pek çok şey öğretmişti bana. O zamandan bu yana hazır gıda
yememiş ve her türlü katkı madde içeren besin gruplarından uzak
durmuştum. Sonuç olarak da bedenimle doğrudan bir iletişim
geliştirmiştim. Her ne kadar anksiyete dönemlerinde zihnimin bana
oynadığı oyunlar bu derin ilişkiyi olumsuz bir şekilde kullanmış olsa
da, bedenimin verdiği tepkiler ile duygusal zeminimin ilişkilerini
görebiliyordum. Savaş çanları çalıyordu.
Doğa’ya yakın yaşıyor olmam ve toprak ile
çalışıyor olmam bu süreci daha güçlü kılıyordu. Doğa, aynadır.
Kendinizle yüzleşirsiniz, aynı ikili bir ilişki gibi. Başınızı
kaldırdığınızda size bakan bir dağ acımasızca sizi size gösterir.
Kaçışınız yoktur. Değişmek, dönüşmek ve ölmek zorundasınızdır. Doğa, yenilenmek için ölmelisin der.
Hayatın karşıma çıkardığı bir insan
aracılığıyla bambaşka bir dünyaya adım atıp, zaten irdelediğim alanları
maddesel kılacak yetilere ulaşabileceğimi elbette bilemezdim. Dedim ya,
doğa böyle bir şey. Hazır olup olmadığınıza bakmaz, sizin ihtiyacınızı
sizden daha iyi tanımlar ve keskin kılıcıyla başınızı keser. Yeniden
çıkan şeyin bir baş olacağını ummayın hiç. O boşluk evrilip dönüşür ve
hiç tanıyamayacağınız ismi konulmamış bir ağaca dönüşebilir.
Konuya dönmeliyim, evet. Tanıştığım kişi
bu yolculuğumda bana doğa gibi ayna tutan, araştırıp kandida meretini
ışığa çıkartmamı sağlamama yardımcı olacak kişiydi. Çin Tıbbı
gelenekleriyle beni tanıştırıp, duruma daha da derinden bakmama
yarayacak elemanları bulabilmem için ilham veren bir doktordu. Dr. Onur
Aydınoğlu ile yolculuğumuz bir yaz sonu gününde Permakültür ve
Geleneksel Çin Tıbbı’nın ortak noktaları üzerine sohbet ederken başladı.
Doğa sonsuz bilgi kaynağıydı ve ikimiz de bu derinlikte kaybolmak için
tereddüt etmeyen kişilerdik.
İlk önce bel ağrılarım için seanslara
başlamışken kısa bir süre sonra kandidanın ağırlaşması ile bu alana
yöneldik. Bana verdiği ilk tavsiyelerin her detayına ilk yazımda (https://kandidabyebye.wordpress.com/vol-1-yolculuk-basliyor/)
yer vermiştim, o nedenle burada tekrarlamayacağım. Tavsiyelerin
bazıları bedenimi güçlendirmiş olsalar da “fermentasyon” gibi
uygulamalar maalesef durumumu daha da kötüleştirdi. Araştırmayı ve
uygulamaya dair her şeyi doktorumun ellerine teslim etmiş değildim, bir
yandan da yapabileceğim her şeyi yapıyor, sürekli araştırıyordum. Onur
Bey için kandida bir araştırma konusu olurken benim için araştırmadan
daha da öte bir ölüm-kalım ve ruhsal bir dönüşüm süreciydi. Bir yandan
bedenimi canlı canlı çürüten bir parazite karşı mücadele veriyordum,
diğer yandan ise 28 yıl boyunca bastırdığım ve
toplumdan/ebeveynlerimden/okuldan öğrendiğim her şeyi tekrardan
sorguluyordum. Aralarındaki bağlantının gerçekliğini gördükçe irkildim,
daha derin mahzenlere indikçe ise bilinmez bir yolculuğun henüz başında
olduğumu anladım. Sorun kandidadan daha öte bir şeydi: kazanılamamış bir
kimlik, bastırılmış bir kadınlık ve ifade edilememiş bir varoluştu. Yol
uzun, şartlar zor, ben ise kararlıydım. Ekoloji ve doğaya böylesine bir
teslimiyetim ve ilgim varken, hatta mesleğim bu konularla ilgiliyken,
beden ekolojimi önemini göz ardı edemezdim.
Delicesine sabah akşam araştırma
yapmaktaydım ve en sonunda bir ışık görmeye başladım. 2014 Ocak-Mayıs
ayları arasında fermente ürünlerle daha da baş gösteren kandidayı yok
edebilecek bir protokolü olduğunu savunan bir doktora rast geldim: Dr.
George John Georgiou. Kendisi yüzlerce hasta ile çalışmış ve uyguladığı
kür ile başarılı sonuçlar almıştı. Aynen uygulamaya karar verdim. Bu
sürecin detaylarına da 3. Yazımda (https://kandidabyebye.wordpress.com/kandidanin-donusu/)
yer vermiştim, o nedenle burada yazmayacağım. Haziran ayında iyice
bedenimi yoran kandidayı ellerimle toprağa teslim etmek için gerekli her
şeyi yaptım ve en sonunda 23 Temmuz günü protokolü uygulamaya başladım.
23 Ekim’de sonuçlanan protokol başarılıydı: kurtulmuştum. Küre
başladığım ilk günden bu yana hiç bir akıntı ya da kaşıntı yaşamadım.
Elbette ki bittikten sonra her şeyi eski haline de getirmedim, zira hala
“after-cure” uyguluyorum. Diyebilirim ki son bir ayda yeni yeni bir
kadeh şarap içmeye ve arada kahve-çaya başladım. En baştan söylüyorum:
KANDİDA’DAN KURTULMAK KOLAY DEĞİL. ZİHNEN, RUHEN VE BEDENEN HALDEN HALE
GİRİYORSUNUZ. ANCAK MÜMKÜN VE KARARLILIK VE ADANMA İLE BAŞARIYA ULAŞMAK
OLASI.
Tavşan Deliğinden Aşağı: İÇİMDEKİ İKİ VARLIK
“Yürüdükçe sarplaşan bir tepeye denk
gelmişim meğer. Soğuk poyraza karşı fırtınada ilerlemeye çalışıyorum.
Her şey bana karşı, ben ise inanıyorum, o zirveye ulaşacağım.
Bildiklerim kadar bilmediklerim var. Lakin zamanım ve gücüm var, pes
etmiyorum.”
Tüm bildiklerim birer birer anlamlarını
yitirirken yerlerine yenileri gelmeye başlamıştı. 2014 Şubat ayında
katıldığım bir atölye çalışmasında tanıştığım iki insan kandida ile
kadınlığım, bedenim ve ruhsallığım arasındaki çürüklüklere dikkat çekmiş
oldular. Onların peşinden gidip mensubu oldukları okulun (ISTA-
International School of Temple Arts) 2. yazımda da basettiğim
çalışmalarına katılmaya karar verdim. Ayrıntılarına değinmeyeceğim bu
çalışmalar beni kendi içimdeki iki varlıkla buluşturdu: Dişiliğim ve
erilliğim.
Mayıs ve Ekim aylarında katıldığım iki
seviye çalışmanın ardından artık pek çok detayı görebiliyorum:
Bastırdığım duygularımı, eril-toplum odaklı dünya düzeninin
kadınlığımdaki hasarlarını, özgüvensizliğim ve ifadesizliğimle büyüyen
olumsuzlukları ve aslında dünya ile parazitsel bir ilişkinin bedenime
yansımasını, yani kandidayı. Bunları fark ettikçe kadın-erkek
ilişkilerine ve dişilik üzerine çalışmalara daha çok zaman ayırmaya
başladım. Zira kandida süreci ruhumu paramparça etmiş, bedenime olan
güvenimi sarsmış ve elimden en güzel şeylerden birini almaya
yeltenmişti: cinselliğimi. Zira hiç şaşırmıyordum, sadece isyandaydım.
Bunu kabul etmiyordum ve kadınlığımın vahşiliğini, gücünü ve
kutsallığını geri kazanmaya ihtiyacım olduğunu biliyordum. Ben bu şifayı
kabul ettikçe, bedenimde gerçekleştirdikçe tüm kadınlık, tüm hayat
şifalanıyordu.
Katıldığım atölye ve eğitimlerde
kandidanın ve geçmişimin tüm varlığım üzerinde ne kadar etkili olduğunu
fark ettiğim pek çok çalışmaya katıldım. Bunlardan en güçlüsü belki de
“Yoni Masajı”ydı. Yoni, vajina anlamına geliyor. Söylendiğine ve benim
de şahsen deneyimlediğime göre kadında tüm travmalar vajinada birikiyor.
Özel tekniklerle yapılan bu masaj, kandida sürecinde bende en büyük
kapıları açan şey oldu. O ana dek hiç farkına varmadığım pek çok travma
kendisini gösterdi ve dönüşmeye başladı. Çok kutsal ve büyülü bir
deneyim olan Yoni Masajı’nı almak ve hatta uygulamayı öğrenmek,
hayatımın tam da bu noktasında büyük bir hediye oldu benim için.
Permakültür ve Beden Ekolojisi
Permakültür, sürdürülebilir, etik
temellere, insanı ve dünyayı gözetmeye ve enerji fazlasını insan ve
dünyaya vakfetmeye dayalı insan yerleşimleri tasarımı bilimidir. Ben,
kandida dışında bir de bu alanla ilgileniyor, eğitimler veriyor ve
projeler hazırlıyorum. Permakültür ile kandida ne alaka derseniz, buyrun
yanıtı:
Permakültür ile değişen hayatım ve bakış
açım şimdi de bana seçtiğim mesleğin bu rahatsızlıkla ne kadar alakalı
olduğunu da gösterdi. Doğa ekolojisi ile beden ekolojisi aynı şekilde
işler ve aynı nedenlerden dolayı dengesizliğe sahip olur ve bozulur.
Aynı konvansiyonel (yani tek zamanda tek ürüne yer verilen) tarımın pek
çok zira ilaç ve hormona ihtiyaç duyması gibi konvansiyonel bir beden de
pek çok ilaca gereksinim duyar. Burada altı çizilmesi gereken konu “tek
tipcilik”tir. Konvansiyonel tarımda arazide örneğin sadece hıyar
yetiştirilir ve en az 15 çeşit ilaç kullanılması zorunludur, zira aksi
halde pek çok zararlı ve hastalık akınına uğrar. Permakültür bu noktada bize bir çözüm getirir: Çeşitlilik ve toprağı beslemek. Beden
ekolojimizde de aynı şey geçerlidir. Tek tip besinler
(karbonhidrat-şeker ağırlıklı beslenmek gibi) ile oluşturulmuş bir diyet
ve sürekli hastalanan bedene dayatılmış ilaçların bedeni
sağlamlaştırdığı zannedilse de aslında uzun vadede kayıptır. O bedenin
ekolojisi yerle bir olmuştur. Antibiyotikler bu nedenle en zararlı
ilaçlardan sayılabilir. “anti-canlı” anlamına gelirler ve bedende sadece
kötü bakteri ve canlıları değil, aynı zamanda uzun vadede kötü
bakterilerle dengeyi sağlayan iyi bakterileri de öldürür. Tarıma döner
ve örneklemeyi orada yaparsam: bizim amacımız zirai ilaç ile tüm
canlıları öldürmek değil, bahçede çeşitli bitkileri yan yana dikerek ya
da farklı ürünleri aynı alana ekerek çeşitlilik yaratmaktır. Bu
çeşitlilik kendi içerisinde pek çok “zararlı ve yararlı” böcek,
mikroorganizma, maya ve bakteri barındırır. Bu çeşitlilik sayesinde
kendi dengesini koruyan bir organizmaya yani bahçeye sahip oluruz. Aynı
zamanda yaptığımız diğer bir uygulama da bitkiyi hormonlarla beslemek
değil, bitkiyi besleyen toprağı beslemek ve onu güçlendirmektir. Bunu
pek çok faklı yöntemle yaparız (malç, kompost, vs). Bedenimizle doğayı
bir araya getirirsem ve bir cümle kurmam gerekirse, bedenimiz de aynı
çeşitliliğe ihtiyaç duyar. Kandida zaten maya halinde bedenimizde biz
ölüp çürüyene kadar yaşayan bir canlıdır. Pek çok kötü ve iyi bakteri
kolonisi bedenimizde bizimle birlikte yaşarlar. Ancak zira ilaçlar gibi
antibiyotik ve benzeri ilaçlarla bu canlı nüfusunun dengesini
bozduğumuzda çoğu zaman kötüler kazanır ve hükümdarlıklarını ilan
ederler. Toprağı beslemek de bedeni beslemek de böyledir. Çeşitliliğin
olduğu bir beslenme tarzı ve bedenimizdeki doğal ekolojiyi besleyecek
olan gıdalar (probiyotik içeren gıdalar gibi).
Tabi bu noktada şunu özellikle
söylemeliyim: Fermente ürünleri probiyotik içermelerine rağmen ağır
kandida vakalarında önermiyoruz. Bu ürünler bedende “histamin” hormonu
salgılanmasına neden olarak alerjik bir bünye yaratıyorlar ve bu durum
kandidanın güçlenmesi için uygun bir zemin oluşturuyor. Ancak sağlıklı
ve beden ekolojisi dengeli bir hale getirildikten sonra yavaş yavaş
beslenmeye katılmasında büyük yarar var.
Son olarak bu bölümde bir şey daha
eklemek istiyorum: Bizimle iletişime geçenlerin ilk sorusu “Peki bu
kürden sonra normal hayatıma dönebilecek miyim?” oluyor. İnanın ki şu
anda “normal” sandığınız şekerli, koruyucu maddeli, transyağlı, paketli
ve taze-besleyici olmayan o gıdalar zaten “normalimiz” değiller. Şunu
rahatlıkla söylüyorum: Son bir sene içerisinde hayatımda hiç olmadığı
kadar zengin ve çeşitli, lezzetli besinler tüketiyorum. Yemek
tariflerini ve aperatifleri bu sitede paylaşacağım yakında ve siz de
göreceksiniz. Kandidalı bir yaşam bizi kısıtlamıyor, aksine aslında
görmemiz gereken detay, bu meretin hayatımıza kazandırdığı farkındalık. O
yüzden “hayatımda başıma gelen en iyi şey kandida oldu”
diyebiliyorum. Unutmamalıyız ki bu sadece fiziksel manipülasyonların
yapıldığı, diyet ve tedavilerin uygulandığı bir süreçten daha fazlası.
Bizler hem zihinsel, hem ruhsal hem de fiziksel olarak bir yolculuğa
çıkıyoruz. Kaldı ki fiziksel değişiklikler bu sürecin ancak 1/10’unu
kapsıyor. Şimdi ise kendi adıma diyebilirim ki, son yazıyı yazdığımdan
bu yana 3 ay geçti ve HÂLÂ TEMİZİM!
Şimdi ise yolum başka bir yere evriliyor…
Son yazımda müjdesini verdiğim bir kaç konu hayata geçiyor, hatta daha
da fazlası. Kandida seminerlerini başlattık ve elimizden geldiğince çok
insanla yeni oluşturduğumuz protokolü paylaşıyoruz. Ayrıca senelerdir
kadınlarla çalışmalar yapmak istememin ardından, kandida ile içselleşen
ve derinleşen bilgilerimi farklı bir platformda paylaşmaya başlıyorum.
Hem Yoni masajı uygulamaya, hem de kandida süreci için danışmanlık
yapmaya başlayacağım. “Bütüncül” bir yaklaşımla, sadece fiziksel
tedavilerle değil, aynı zamanda ruhsal-zihinsel-bedensel ekolojik
danışmanlık yaparak 9 senelik maceramı en etik ve faydalı şekilde
paylaşmaya niyet ettim. Herkese sevgiler.
Ben de aranıza hogeldimmmmm :) Kandida ile ilgili açıklayıcı yazılarınızı çok beğendim :) Blogumda yayınlamak isterim kaynak göstererek :)
YanıtlaSilhttps://www.facebook.com/beniyisimi2
Merhaba,
SilElbette yayınlayabilirsiniz.
Didem Hanım size ihtiyacım var...
YanıtlaSil