DÜNYAYI KURTARAN KADINLARDA ARA
11.12.12
bilmem gereken her şeyi ormanda öğrendim...
29.9.12
sabunlar, kitaplar, tohumlar, otlar ve hindistan
![]() |
http://sineksekiz.com/ |

16.9.12
Vandana Shiva çağırıyor: Tohum Özgürlüğü için Eylem Günleri'ne katılın, 2-16 Ekim 2012

Sevgili Dostumuz,
Bu mektubu Navdanya adına, sizi Küresel Tohum Özgürlüğü İttifakı’na—dünyanın her köşesindeki vatandaşları ve hükümetleri tohum kaynaklarımızın, dolayısıyla da gıda güvenliğimizin nasıl bir tehlike altında olduğu konusunda uyarmaya yönelik küresel bir kampanyaya—katılmaya davet etmek için yazıyorum.
Tohum yaşamın kendisi ve gıda zincirimizin ilk halkasıdır. Tohum Özgürlüğü tüm özgürlüklerin temelidir. Bugün bu özgürlüğümüz ciddi bir tehdit altında. Küresel düzeyde bir tohum acil durumu ile karşı karşıyayız.
Birçoğumuz bu acil duruma karşılık çağdaş toplumsal hareketler geliştirdik. Dünyanın çeşitli yerlerinde insanlar tohumlarının ele geçirilmesine karşı yerel ve kendilerine özgü yollarla mücadele ediyorlar. Şimdi bu hareketlerin çeşitliliği arasında daha iyi bir sinerji yaratmalı ve karşılaştığımız tehlikeler ve tohumlarımızı korumak için yaptıklarımız bakımından tanıklık ettiğimiz süreçleri birbirimizle paylaşmalıyız.
Küresel Tohum Özgürlüğü kampanyasının niyeti tohum koruyucu ve savunucularının mevcut eylemlerine güç katmak, tabandan başlayarak daha büyük, daha geniş ve daha derin dayanışma ittifakları kurmaktır. Tohumun özgürlüğünü koruma hareketini güçlendirmek için dünya çevresindeki çeşitli seslerin ‘noktalarını birleştirmeyi’ hedeflemektedir.
Sizin de bu durumun aciliyetini benim kadar derinden hissettiğinize ve tohumlarımızı geri almak ve Tohum Çeşitliliğimiz ve Tohum Özgürlüğümüzü korumak için güçlerimizi birleştirme ihtiyacı duyduğunuza eminim.
Ekte Tohum Özgürlüğü İttifakı Deklarasyonu’nu gönderiyorum. Umarım bize katılır ve gelecek nesiller için daha adil ve daha sürdürülebilir bir dünya kurmamıza yardım edersiniz.
Dayanışmayla,
Vandana Shiva
Tohum Özgürlüğü İttifakı Deklarasyonu
1. Tohum yaşamın kaynağıdır, yaşamın kendini ifade etme, kendini yenileme, çoğalma, özgürce sonsuz bir şekilde evrilme dürtüsüdür.
2. Tohum biyo-kültürel çeşitliliğin cisimleşmiş halidir. Milyonlarca yıllık geçmiş ve gelecek milenyumların biyolojik ve kültürel evrimini taşır.
3. Tohum özgürlüğü tüm yaşam biçimlerinin doğuştan gelen hakkıdır ve biyo-çeşitliliğin korunması için esastır.
4. Tohum özgürlüğü her çiftçinin ve gıda üreticisinin doğuştan gelen hakkıdır. Çiftçilerin tohum saklama, takas etme, evrimleştirme, üretme ve satma hakkı Tohum Özgürlüğü’nün merkezinde yer alır. Bu özgürlük engellendiğinde çiftçiler borç batağına saplanırlar ve aşırı örneklerde intihara sürüklenirler.
5. Tohum Özgürlüğü Gıda Özgürlüğü’nün de temelidir, çünkü tohum gıda zincirinin ilk halkasıdır.
6. Tohum Özgürlüğü, tohum tekelleri yaratarak çiftçilerin tohum saklama ve takas etmelerini yasa dışı hale getiren tohum patenlerinin tehdidi altındadır. Tohumlar üzerindeki patentler etik ve ekolojik olarak haksızdır, çünkü patentler icatlar için verilen imtiyazlardır. Fakat tohum bir icat değildir. Yaşam bir icat değildir.
7. Çeşitli kültürlere ait Tohum Özgürlüğü, Biyolojik Korsanlık ve yerel bilgi ve biyolojik çeşitliliğin patentlenmesi uygulamaları nedeniyle tehlike altındadır. Biyolojik korsanlık bir inovasyon değil bir hırsızlıktır.
8. Tohum Özgürlüğü, çiftliklerimizi kirleten ve hepimiz için GDOsuz gıda seçeneğini ortadan kaldıran genetiği ile oynanmış tohumların tehdidi altındadır. Önce ekinlerimizi kirletip sonra “mülkiyet hırsızlığı” iddiası ile çiftçileri mahkemeye veren şirketler, çiftçilerin Tohum Özgürlüğü’nün tehdit etmektedir.
9. Tohum Özgürlüğü, tohumun kasıtlı olarak kendini üretme yetisine sahip bir kaynaktan yenilenebilir olmayan patentli bir metaya dönüştürülmesi nedeniyle tehdit altındadır. Yenilenebilir olmayan tohumların başlıca örneği kısır tohum üretmeyi amaçlayan “Terminatör Teknolojisi”dir.
10. Tohum Özgürlüğüne, çeşitli türlerin evrilme özgürlüğü ve insan topluluklarının açık kaynaklı tohuma hak olarak ulaşma özgürlüğü olarak sahip çıkacağız.
Bu amaçla, tohum saklayacağız.
Tohum bankaları ve tohum kütüphaneleri kuracağız.
Tohumu şirketlerin mülkiyeti haline getiren adaletsiz yasaları tanımayacağız.
Tohumların patentlenmesini durduracağız.
Küresel Tohum Özgürlüğü İttifakı ve Eylem Günleri - 2-16 Ekim 2012
Birçoğumuz karşılaştığımız bu tohum krizine karşı çeşitli hareketler başlatmış bulunuyoruz. Küresel Tohum Özgürlüğü kampanyası bu mevcut hareketlere güç katmayı amaçlamaktadır. Dünyanın dört bir yanında yükselen seslerin “noktalarını birleştirmeyi” ve hareketi destekleyerek tohumları korumayı amaçlamaktadır.
2 Ekim’den (Gandhi’nin Doğum Günü)16 Ekim’e (dünya Gıda Günü) kadar, Tohum Özgürlüğü meselesine dair küresel bir vatandaş tepkisi ortaya koymak için yoğun bir şekilde eyleme geçmeyi planlıyoruz ve bunun insanları ve hükümetleri uyandıracağını umuyoruz. Gandhi “adaletsiz yasalara uyulması gerektiğine dair batıl inanç var olduğu sürece kölelik de var olmaya devam edecektir” demişti. İnsanlık ve Dünya üzerindeki tüm türlerin çeşitliliği yeni bir kölelik biçimine sürüklenmektedir. Gandhi’nin izinde, sizi adaletsiz yasalara karşı sivil itaatsizliğe çağırıyoruz. Aşağıda sadece bir başlangıç noktası olabilmesi için birkaç eylem fikri sunuyoruz. Tohum Özgürlüğü kampanyası büyüyüp sesimiz yükseldikçe, ortak stratejilerinizi ve eylemlerimizi beraberce planlamayı umuyoruz.
Tohum Özgürlüğü Günleri için Eylem Fikirleri
● Tohum Özgürlüğü için Küresel İttifak’a katılın- Tohum Özgürlüğü Deklarasyonu’nu imzalayın: http://seedfreedom.in/declaration/ (İngilizce-diğer diller hazırlanmaktadır)
● Başkalarını da Deklarasyon’u imzalamaya davet edin
● Bir tohum bankası kurun- kendi GDOsuz/patentsiz tohumlarınızı saklayın: http://seedfreedom.in/act/seedbank/
● GDOsuz/patentsiz tohumlar için yerel takaslar düzenleyin
● Bir “Tohum Bombalama” etkinliği düzenleyin– Google!
● Bir tohum savunucusu olun: http://seedfreedom.in/act/become-a-seed-defender/
● Evinizde, kurumunuzda, köyünüz ya da beldenizde tohumların patentlenmesini reddeden bir Tohum Özgürlüğü Bölgesi kurun: http://seedfreedom.in/wp-content/uploads/2012/06/Seed-Kit.pdf
● Özgürlük Tohumları filmi için gösterimler düzenleyin: http://vimeo.com/43879272 (sadece İngilizce, çevirmenler aranıyor)
● Bir Toplum Destekli Tarım (TDA) girişimine katılın
● Üretici pazarlarından, taze, yerel, organik, GDOsuz/işlenmemiş gıdalar satın almaya özen gösterin
● Kendi GDOsuz/patentsiz gıdanızı üretin ve başkalarını buna teşvik edin
● Aileniz, arkadaşlarınız, mahallenizin sakinleri ya da kurumunuzla organik (GDOsuz/patentsiz) tohum saklayan ve kullanan üreticilerden alınan ürünlerin kullanıldığı bir yemek, kahvaltı ya da piknik düzenleyerek tohum, gıda ve sağlık ilişkisi hakkında farkındalık yaratın
● Çok uluslu tohum şirketleri, patent ofisleri ve yerel yönetim kurumları önünde atölye, konferans, yürüyüş, miting ya da toplantılar düzenleyerek Tohum Özgürlüğü ile gıda özgürlüğü arasındaki ilişki hakkında farkındalık yaratın
● Yerel kurum, topluluk ve yöneticilere mektup yazarak ve imza kampanyaları başlatarak Tohum Özgürlüğü’nün insanlar ve çevre için önemi konusunda farkındalık yaratın. “Tohum Özgürlüğü Bölgeleri” oluşturmak için onlardan destek isteyin
● Bölgesel ya da ulusal parlamentonuza imza göndererek tohum özgürlüğünü ihlal eden yasaların iptalini isteyin
● Patent Ofisleri’ne yazarak tohumlar üzerinden patent vermeyi durdurmaları konusunda ısrar edin
● Yaşam formlarının patentlenmesini zorunlu kılan TRIPS’in 27.3b maddesindeki zorunlu değişiklikleri tamamlaması için DTÖ’ye yazın. Tohumlar üzerindeki Mülkiyet Hakları’nı iptal etmelerini isteyin
● Monsanto adına diğer ülkeleri GDO ve patentlerle tohum bağımsızlıklarını kaybetmeye zorlamaktan vazgeçmesi için Başkan Obama’ya yazın
● Sanatınız ve sesinizle katkı verin- tohumla ilgili video, resim, makale ve bloglarınızı Tohum Özgürlüğü Facebook sayfasında paylaşın: https://www.facebook.com/savetheseed
Tohum meselesini derinlemesine ele alan iki belgeye şu linklerden ulaşılabilir:
Kampanyayı destekliyor ve yaygınlaşması için katkıda bulunmak istiyorsanız;
1.8.12
Afet Sonrasında Kendimize Yardım Etmeyi Öğrensek Nasıl Olur?
Bu güne kadar yayınladığımız en uzun yazıya hazır olun ve gönülleri birbirinden büyük üç kadının bir solukta okuyacağınız Erciş macerasına buyurun.

23 Ekim tarihinde yaşanan depremin üzerinden bir kaç gün geçmeden Emet Değirmenci bir çağrı yaptı ve bir ayağı Amerika’da, bir ayağı İngiltere’de, bir ayağı Balıkesir’de bir ayağı da Erciş’te olan gönüllü bir ekip kuruldu. Afet sonrası alışılagelmiş yardım anlayışının tersine, kendine yardım yaklaşımını geliştirmeye çalışan ekibin kısıtlı zaman ve maddi imkansızlıklarla yürüttüğü çalışma özellikle Emet’in yoğun çabalarıyla evrildi, ekip yenilendi ve büyüdü, ve büyüdü, ve çabalar yokluktan bolluğa atölyesiyle meyvesini verdi. Çalışmanın detaylarını Emet’in Açık Radyo’da Tohumdan Hasada programında Oya Ayman’a verdiği röportajdan dinleyebilirsiniz.
Bense sizi bu muhteşem çalışmada yer alan birbirinden güzel üç kadınla tanıştırmak ve deneyimlerini ve duygularını kendi ağızlarından paylaşmak istiyorum. Bu tür çalışmalar için hepimize motivasyon olması dileğiyle...
Projenin baş mimarı Emet Değirmenci sismoloji kökenli bir permakültür ve ekolojik restorasyon eğitmeni. ABD’de yaşayan ve orada dahil olduğu sayısız projenin yanı sıra hemen her yıl Türkiye’de geçirdiği zamana sığdırabildiği kadar çok eğitim ve atölye düzenleyen Emet’in çalışmalarını http://kendineyeterlitoplum.wordpress.com/ adresinden takip edebilirsiniz. Emet’in Erciş’teki çalışma ile ilgili bize anlattıkları şöyle;


Son günki kutlamamızda özellikle çocukların teatral etkinlikleri beni çok etkiledi. Onlara dedik ki her gün bizim yaptıklarımızı izleyin ve dinleyin. Onunla ilgili resim yapın yazı yazın. Çocuklar kendileri için hazırlanan ve adına Kırmızı Çocuk Panosu dedikleri arazideki panomuza ilginç resimler astılar ilginç sözler yazdılar. Her simgenin arkasında yatan öyküleri dinledikçe bazen düşündürdüler bazen ağlattılar bazen de güldürdüler. Kapanış günündeki tiyatroda bir baktım mantar rolünde bir kız çocuğu mantarları anlatıyor. İki ağaç arasındaki iletişimi sağlıyorum ben diyordu. İlginç bir şiir de bestelemişlerdi. Ayrıca hep bir ağızdan söyledikleri 23 Ekim Depremi Rap şarkısı hepimizi ağlattı. Çünkü hem dayanışmanın hem de yok olan değerlerin, arkadaşlarının, abilerinin ablalarının komşularının sesini canlandırıyorlardı. Zaten tiyatronun başında yıkıntılar arasından taşıdıkları yaralılarla da deprem anını çok iyi görüntülemişlerdi. Hügelkültür seramıza ve gıda ormanına çocuklarla ve yaşlılarla attığımız tohumlar yeşerecek ve benzeri projeler yayılacak ümidini taşıyorum. Deprem ülkesi olan ülkemizde bir başlangıç yapmanın huzurunu duyuyorum. Umarım bu itkiyi kalıcı kılacak kolektif bir enerji daim olur.
Sevgi Akar Çanakkale Biga’da yaşayan bir permakültür tasarımcısı. Projeye katıldığını duyunca özellikle sevindiğimi söylemeliyim. Hem doğa hem de insanlarla ilişkisi çok kuvvetli olan Sevgi’nin sıcaklığı Ercişlilerin kalbini bir nebze daha ısıtmış olmalı. Sevgi’nin kendi ağzından Erciş deneyimi ve Ercişli kadınlardan bize ulaştırdıkları haberler şöyle;

Erciş’te 272 canı bir anda alan büyük bir afet yaşandı 23 Ekim ’de. Erciş’ten Malik Durmaz ve Amerika’dan Emet Değirmenci ekolojik tasarım ve uygulamalar ile afet sonrası baş gösteren çaresizliklerin ve yetersizliklerin üstesinden gelebilmenin yolları üzerine kafa yordular. Afet Sonrası Ekolojik Restorasyon (Onarım)- Permakültür Eğitimi Projesi için bize çağrı yaptılar. “Yardımcı olun, Ercişlilere ulaşalım, ekolojik restorasyonun yollarını anlatalım” dediler. Çağrıya yanıt verdik. Afet kelimesi olumsuzdu. “Yokluktan Bolluğa “ diye duyurduk projeyi. Zaten kullandığımız malzemelerin çoğu yokluktan çıktı. Yani, ömrünü tükettiğini sandığımız mutfak, tarım ya da endüstri atıkları ile bolluk yaratmanın yollarını göstermeye çalıştık Ercişlilere. Erciş’e geldiğimizde gördük ki Yeşil Erciş bir film platosu sanki. Yıkılmış binalar, çatlak duvarlar, enkazı henüz kaldırılmış, toz duman içindeki arsalar, boşaltılmış apartmanlar, konteynırlar, konteynırlar...
Permakültür uygulamalarımız 78 yaşındaki Ceylan Nenenin bahçesinde oldu. Nenemiz 11 çocuk yetiştirmiş. Oğlu Hüseyin Ceylan “yedi de gelin yetiştirdi” diyor. Nenemiz binlerce yıldır süzüle süzüle gelen toprak ve doğayı işleme bilgisinin, doğadan gelenleri işleme kültürünün bilge temsilcisi. Ceylan nene bahçesinde 3 erkek evladı, 3 gelini ve 8 torunu ile birlikte yaşıyor. Erciş’te hasbıhal ettiklerimiz, biz sormadan deprem anılarını anlatmaya başlıyor. Deprem anında nerede olduklarını, ne hissettiklerini defalarca defalarca anlatıyorlar. Sanki her anlatım yeni bir katarsis sağlıyor yüreklere. Cep telefonu ekranlarından, deprem görüntülerini izletiyorlar bize.

Ceylan Nene’nin Hüseyin oğlu ve Asuman gelinine konuk oluyoruz. Asuman, depremde 5 gün 5 gece beklemiş yıkıntıların içinden sevdiklerini çıkarmak için. İki aylık evli erkek kardeşini ve taze gelini, 15 yaşındaki körpe kız kardeşini, annesini ve dahi babasını çıkarmış enkazdan, ama canlı değil. Asuman’ın yüreği büyük deprem görmüş, binlerce Van’lı, Erciş’li gibi..Gözlerindeki ışık kaybolmuş, ışığa tutunamayan çocuklarının okuldaki başarıları düşmüş. Ekolojik Restorasyon Uygulamalarının en meraklı katılımcılarından biri de Asuman oldu. Soba ve ocak atölyesinde Emet’in “kadınlar da atölye aletlerini mutlaka kullanmalı” önerisini ikiletmedi ve hayatında ilk defa eline matkap aldı. Kullanılmış yağ kovasının dibine delikler açtı. Ben, geldiğimizden beri Asuman’ın ilk defa bu kadar geniş güldüğünü gördüm. Erciş/ Van Afet Sonrası Ekolojik uygulamalarımız Asuman’ın yüreğini restore edebilmiş midir bilmem, ama her geçen gün daha da yalnızlaştığımız şu global köyde benim yüreğim restorasyon gördü Erciş’te.
Yokluktan Bolluğa ekibinin taze kanı ise Yeliz Mert. Zumbara’dan tohum takasına, ekolojik mimariden Anadolu Jam’e her tür sürdürülebilir yaşam mecrasına da neşesini ve enerjisini akıtır. Bu deneyim onun için değerli olduğu kadar onun katılımı da herkes için çok değerli oldu. İşte Yeliz’in düşünceleri;

Depremden hemen sonra bölgeye bireysel olarak nasıl bir yardımda bulunabileceğimi düşünmüş ve arama-kurtarma ya da ilk yardım konularında eğitimli olmadığım için üzüntü duymuştum. Ancak sonrasında Permakültür ile Erciş’e gitme fikrini duyunca, insanlara kendine yeterlilik konusunda nasıl yardımcı olabileceğimi düşünmek bana büyük bir heyecan verdi. Bu anlayışla ve büyük bir şevkle Emet ve Sevgi’ye katıldım.
Proje kapsamında mevcutta var olanları gözlemledikten sonra, bulunduğumuz ortama en iyi katkıyı yapabilecek ve insanların kendi yaşam alanlarında basit çözümler ve atıklarla nasıl bir dönüşüm gerçekleştireceklerini görmelerini sağlayacak şekilde programımızı güncelledik. Oraya vardığımız andan itibaren yanında kaldığımız aileyi evden çıkan organik atıkları biriktirmeye yönlendirdik ve bunların nedenlerini paylaştık. Kimi zaman manavlardan çürümüş sebzeleri istedik, kimi zaman yolda gördüğümüz hayvan kemiklerini, at gübrelerini topladık... Bunların hepsi projemizin amacını ve yöntemini kendiliğinden insanlara benimseten unsurlardı. Elimizde var olana farklı bir gözle bakabilmeyi ve dolayısıyla bağımlı olmak yerine kendine yeterli olabilmeyi projemiz ile doğal bir şekilde aktarabildik. Erciş’te olduğum süre boyunca permakültürü çaresizlik anlarında nasıl kullanabileceğimizin yanı sıra toplumsal deneyimler de yaşadım. Özellikle kadın ve çocukların projemize katılımının, onların kendilerine ve yaşamsal ihtiyaçlarına farklı gözlerlerle bakmalarına yardımcı olduğunu hissettim. Katılımcılarımızdan Leyla’nın projemiz kapsamındaki uygulamalardan biri sırasında kurduğu şu cümle çok etkileyiciydi: ‘Deprem, kadın-erkek dinlemiyor; bizim de öğrenmemiz gerek.’
Erciş deneyimi gönülden bir deneyimdi. Maddi/manevi herkesin küçük küçük katkılarını bir araya getirmesiyle, ‘kendini adamasıyla’ gerçekleşti. O topraklara ve kültüre saygı göstermek ilk öncelikti. Halk ile bütün olma ve yerelden beslenmenin bir örneğiydi. Öğretmek isteği değil; paylaşma isteği vardı. Bu yüzden de Ninemiz beni bağrına bastı, tecrübelerini paylaştı, Asuman evini ve gönlünü açtı, katılımcılarımız şevkle bizimle çalıştı ve iyi niyetimizi paylaştı. Erciş deneyimi benim için bütünlük demekti; toprakla, insanla, kültürle, farklılıkla...
Etkinlikten diğer fotoğrafları facebook'ta görebilir, ekibe soru ve yorumlarınızı Kendine Yeterli Toplum sitesi aracılığıyla iletebilirsiniz.
22.7.12
siftahını saçına süren kadınlar

4.6.12
http://kurtajyasaklanamaz.com/

İMZALA
BAŞBAKANIN VE HÜKÜMETİN TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİNİ, KADIN BEDENİNİ, DOĞURGANLIĞINI VE CİNSELLİĞİNİ HEDEF ALAN POLİTİKALARINA SONUNA KADAR HAYIR DİYORUZ!
Kürtajı yasaklamak için başlatılan sürecin DERHAL durdurulmasını talep ediyoruz!
Kürtajın yasaklanması veya süre ve koşullarının daha da daraltılması:
- kadınların sağlık ve yaşam haklarının ihlalidir!
- kadınların cinsel ve doğurganlık sağlıkları ve hakları ile ilgili karar verme haklarının ellerinden alınmasıdır!
- kadınların eşit bireyler olarak görülmediği süregelen muhafazakar zihniyetin bir başka tezahürüdür!
Kürtajın yasaklanmasına dair çalışmaların bir süredir planlandığı, Başbakan'ın Mayıs ayının son haftasındaki demeçleriyle ortaya çıktı. Hiçbir bilimsel veriye dayanmayan bu vahim girişim dünya deneyiminin de gösterdiği gibi kürtaj oranlarını düşürmeyeceği gibi, güvensiz koşullarda kürtaja yol açıp kadın ölümlerini artıracaktır.
KÜRTAJ DEĞİL, ESAS KÜRTAJIN YASAKLANMASI CİNAYETTİR!
KADINLARIN ÖZGÜR TERCİHİYLE YAPILAN GÜVENLİ KÜRTAJ YAŞAM HAKKIDIR; KISITLANAMAZ, YASAKLANAMAZ!
Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, güvenli olmayan koşullarda yapılan düşükler nedeniyle her yıl dünya çapında on binlerce kadın hayatını kaybetmektedir. Türkiye'de istenmeyen gebeliklerin istemli olarak sonlandırılmasına yasal olanak sağlanması anne ölüm hızının düşmesine katkı sağlamış ve bu oran 1970'lerden 2000'lerin ortalarına, 100 bin canlı doğumda 250'den 28'e düşmüştür. Kürtajın Türkiye'de arttığı yönünde hiçbir veri yoktur; tam tersine 1993'te 100 gebelikten 18'i kürtajla sonuçlanırken, bu oran 2008'de yüzde 10'lara gerilemiştir. 1994 ile 2011 yılları arasında 26 ülke kürtaj ile ilgili engelleri kaldırmaya yönelik adımlar atmışken, Türkiye'de yasaklanması veya kısıtlanması kabul edilemez. Güvenli kürtaj hakkının kullanımını sadece tıbbi zorunluk ve tecavüz durumlarıyla kısıtlamak, kadınların temel bedensel ve cinsel haklarını marjinalleştirmekte ve hakkın kullanımını mecburiyet koşullarına indirgemektedir.
Ücretsiz, kolay erişilebilen, yüksek standartlardaki doğum kontrol yöntemlerini teşvik etmek yerine kürtajın kısıtlanarak ya da yasaklanarak kadınların sağlık ve yaşama hakkının riske atılmasına karşı çıkıyoruz. Kürtaj bir seçim özgürlüğü olduğu kadar aynı zamanda sosyal bir hak olarak da yaşamsaldır. Çünkü kadınlar için özgür, ücretsiz, ulaşılabilir, güvenli, yasal bir kürtaj hakkı aynı zamanda yaşam hakkıdır. Asıl cinayet kadınları hayatlarını riske atacak tehlikelere zorlamaktır.
GÜVENLİ KÜRTAJ HAKKI, KADINLARIN KENDİ BEDENLERİ ve DOĞURGANLIKLARI ÜZERİNDE KARAR VERME HAKKININ VAZGEÇİLEMEZ BİR PARÇASIDIR!
Kişinin kendi bedeni üzerindeki kontrol ve güvenli kürtaja erişimi de içeren cinsel sağlık ve üreme sağlığı haklarının kısıtlanması temel insan haklarının ve kadının insan haklarının açıkça ihlalidir. Türkiye, hem kendi mevzuatı hem de taraf olduğu uluslararası sözleşmeler uyarınca, cinsel ve üreme sağlığı hakları konusunda yeterli ve kapsamlı hizmetler sunmak ve bu hizmetleri erişilebilir kılmakla yükümlüdür. Türkiye'de çocuk yaşta evlilikler, zorla evlendirmeler, kadın cinayetleri, tecavüzler, kadın cinselliği üzerinde oluşturulan ahlaki baskı mekanizmaları normalleştirilmiştir. Doğum kontrol sorumluluğu temel olarak kadınlara yüklenmiştir. Ancak kadınların ücretsiz doğum kontrol araçlarına kolayca erişemediği, en yaygın doğum kontrol yönteminin geri çekme olduğu, kadın istihdamının düşmeye devam ettiği ve kadın yoksulluğunun hızla arttığı bir ülkede kadınların gebeliğini isteyerek sonlandırma hakkını kısıtlamak veya yasaklamak kadınları tehlikeli koşullarda kürtaja sürükleyecek açık bir ayrımcılıktır.
MİLİTARİST, AYRIMCI SÖYLEM ve UYGULAMALARLA İNSAN HAKLARINA SALDIRILMASINA İZİN VERMEYECEĞİZ!
Başbakan "Her kürtaj bir Uludere'dir" diyerek, kadınların bedensel haklarını yaşama geçirmeleri ile bombalı bir saldırıyla insanların öldürülmesini eş tutmuştur. Bu ayrıca Kürtlerin ve kadınların insan haklarını tartışmaya açan ayrımcı ve militarist bir açıklamadır; oysa devletin birincil görevi tüm vatandaşlarının insanca yaşamalarını sağlamak, eşitlik, hak ve özgürlüklerini güvence altına almaktır.
Türkiye'nin taraf olmakla övündüğü Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi'nin 16.1.e maddesine göre "kadınlar çocukların sayısına ve dünyaya getirilme zamanına serbestçe ve makulce karar verme hakkına sahiptir". Kürtajın yasaklanması yönünde hükümetin bu girişimi kadınların kendi bedenleri üzerinde tasarruf hakkını yok sayan, kadınların birincil varlık sebebini soyun üremesi olarak gören, neo-liberal nüfus politikalarını kadın bedeni üzerinden kurgulayan süregelen kadın düşmanı zihniyetin bir başka ürünüdür.
Böylesi bir karar milyonlarca kadının yaşam hakkının ve kadın, erkek ve çocukların insan onuruna yaraşır bir yaşam sürme haklarının açık bir ihlali anlamına gelir.
Biz imzacı örgütler olarak, kürtajı yasaklamak için başlatılan sürecin ve Başbakan ve Hükümetin kadın bedenini hedef alan siyasetinin DERHAL durdurulmasını talep ediyoruz!
Popüler Yayınlar
-
Zeytinyağının membağında yaşadığım ve musluğumdan akan su dağdan geldiği için birkaç yıldır zeytinyağı sabunu dışında saçıma hiçbirşey sürme...
-
Üç aydır yazmayı planladığım yıkanabilir ped yazısıyla sonunda karşınızdayım. Pamucco yıkanabilir pedlerimi tam üç menstruasyon dönemi boyu...
-
Hani o çevirmek isteyip fırsat bulamadığım makalelerden birini, ilgisini çeker, üstüne konuşuruz diye bir arkadaşıma göndermiştim. Bana Tür...
-
Holysponge Etsy dükkanından 2014 ay takvimi Sevgili kadınlar, İtiraf ediyorum, bu blog bir tuzak. Komposttan doğal şampuanlara b...
-
Herkesin sürüm sürüm süründüğü, en çok da okula giden çocukların perişan olduğu bu "grip" aylarında çoook tartışmalı bir konuyu e...
-
Yeri gelmişken şu diş macunu konusunu da konuşalım değil mi? Önceki yazıda bahsettiğim gibi, benim 2 senedir kullandığım formül eşit miktard...