DÜNYAYI KURTARAN KADINLARDA ARA

1.8.12

Afet Sonrasında Kendimize Yardım Etmeyi Öğrensek Nasıl Olur?

Bu güne kadar yayınladığımız en uzun yazıya hazır olun ve gönülleri birbirinden büyük üç kadının bir solukta okuyacağınız Erciş macerasına buyurun.


1-5 Temmuz 2012 tarihlerinde, Van-Erciş’te, Türkiye’deki ilk afet sonrası ekolojik restorasyon atölyesi düzenlendi. YOKLUKTAN BOLLUĞA adı verilen çalışmanın amacı, deprem gibi bir yıkıcı bir olayın ardından insanların ellerinde kalanlarla yeniden başlamak için kullanılabilecekleri bazı bilgilerin felaketten etkilenen insanlarla doğrudan paylaşılmasıydı.

23 Ekim tarihinde yaşanan depremin üzerinden bir kaç gün geçmeden Emet Değirmenci bir çağrı yaptı ve bir ayağı Amerika’da, bir ayağı İngiltere’de, bir ayağı Balıkesir’de bir ayağı da Erciş’te olan gönüllü bir ekip kuruldu. Afet sonrası alışılagelmiş yardım anlayışının tersine, kendine yardım yaklaşımını geliştirmeye çalışan ekibin kısıtlı zaman ve maddi imkansızlıklarla yürüttüğü çalışma özellikle Emet’in yoğun çabalarıyla evrildi, ekip yenilendi ve büyüdü, ve büyüdü, ve çabalar yokluktan bolluğa atölyesiyle meyvesini verdi. Çalışmanın detaylarını Emet’in Açık Radyo’da Tohumdan Hasada programında Oya Ayman’a verdiği röportajdan dinleyebilirsiniz.

Bense sizi bu muhteşem çalışmada yer alan birbirinden güzel üç kadınla tanıştırmak ve deneyimlerini ve duygularını kendi ağızlarından paylaşmak istiyorum. Bu tür çalışmalar için hepimize motivasyon olması dileğiyle...

Projenin baş mimarı Emet Değirmenci sismoloji kökenli bir permakültür ve ekolojik restorasyon eğitmeni. ABD’de yaşayan ve orada dahil olduğu sayısız projenin yanı sıra hemen her yıl Türkiye’de geçirdiği zamana sığdırabildiği kadar çok eğitim ve atölye düzenleyen Emet’in çalışmalarını http://kendineyeterlitoplum.wordpress.com/ adresinden takip edebilirsiniz. Emet’in Erciş’teki çalışma ile ilgili bize anlattıkları şöyle;


Deprem olduğu günden itibaren Van için ne yapabiliriz diye kafa yoran biri olarak projeyi sonuçlandırmaktan mutluyum. Proje afişinde de duyurduğumuz gibi tamamen kişisel çabalarla ve kişilerden toplanan 1500 TL’lik bir bütçe ile tüm etkinliği gerçekleştirdik. Halka dayanan çok küçük bütçelerle de bir şeyler yapılabileceğini gösterdiğimiz kanısındayım. Elbette planladıklarımızla araziye gidince karşılaştığımız gerçekler biraz farklıydı. Örneğin gri su projesi planda yokken çocukların her gün oynadığı bir alanda koku ve çamur olan bir avluyu da iyileştirdik. Katılımcılarımız her kesimdendi; Erciş Meslek Yüksek Okulu, Van 100. Yıl Üniversitesi, çiftçiler, profesyonel seracılık yapmak isteyenler ve kendi bahçesinde bir şeyler yetiştiren kişiler. 5 günlük yoğun eğitime dayalı, güneş fırını ve biyo-kömür sobası yapımını da içeren, tohumları çimlendirerek besin ve şifa değerini onlarca kat artırabileceğimizi gösteren etkinliklerimiz oldu. Her sabah ki açılış çemberimizde yerel ve yerli kişilerin bilgeliklerinden öğrenmeye özen gösterdik. 75’lik ninemiz günaydın çemberimizi koşa koşa açıp haydi şimdi çalışmaya diyordu.

Son günki kutlamamızda özellikle çocukların teatral etkinlikleri beni çok etkiledi. Onlara dedik ki her gün bizim yaptıklarımızı izleyin ve dinleyin. Onunla ilgili resim yapın yazı yazın. Çocuklar kendileri için hazırlanan ve adına Kırmızı Çocuk Panosu dedikleri arazideki panomuza ilginç resimler astılar ilginç sözler yazdılar. Her simgenin arkasında yatan öyküleri dinledikçe bazen düşündürdüler bazen ağlattılar bazen de güldürdüler. Kapanış günündeki tiyatroda bir baktım mantar rolünde bir kız çocuğu mantarları anlatıyor. İki ağaç arasındaki iletişimi sağlıyorum ben diyordu. İlginç bir şiir de bestelemişlerdi. Ayrıca hep bir ağızdan söyledikleri 23 Ekim Depremi Rap şarkısı hepimizi ağlattı. Çünkü hem dayanışmanın hem de yok olan değerlerin, arkadaşlarının, abilerinin ablalarının komşularının sesini canlandırıyorlardı. Zaten tiyatronun başında yıkıntılar arasından taşıdıkları yaralılarla da deprem anını çok iyi görüntülemişlerdi. Hügelkültür seramıza ve gıda ormanına çocuklarla ve yaşlılarla attığımız tohumlar yeşerecek ve benzeri projeler yayılacak ümidini taşıyorum. Deprem ülkesi olan ülkemizde bir başlangıç yapmanın huzurunu duyuyorum. Umarım bu itkiyi kalıcı kılacak kolektif bir enerji daim olur.

Sevgi Akar Çanakkale Biga’da yaşayan bir permakültür tasarımcısı. Projeye katıldığını duyunca özellikle sevindiğimi söylemeliyim. Hem doğa hem de insanlarla ilişkisi çok kuvvetli olan Sevgi’nin sıcaklığı Ercişlilerin kalbini bir nebze daha ısıtmış olmalı. Sevgi’nin kendi ağzından Erciş deneyimi ve Ercişli kadınlardan bize ulaştırdıkları haberler şöyle;

Erciş’te 272 canı bir anda alan büyük bir afet yaşandı 23 Ekim ’de. Erciş’ten Malik Durmaz ve Amerika’dan Emet Değirmenci ekolojik tasarım ve uygulamalar ile afet sonrası baş gösteren çaresizliklerin ve yetersizliklerin üstesinden gelebilmenin yolları üzerine kafa yordular. Afet Sonrası Ekolojik Restorasyon (Onarım)- Permakültür Eğitimi Projesi için bize çağrı yaptılar. “Yardımcı olun, Ercişlilere ulaşalım, ekolojik restorasyonun yollarını anlatalım” dediler. Çağrıya yanıt verdik. Afet kelimesi olumsuzdu. “Yokluktan Bolluğa “ diye duyurduk projeyi. Zaten kullandığımız malzemelerin çoğu yokluktan çıktı. Yani, ömrünü tükettiğini sandığımız mutfak, tarım ya da endüstri atıkları ile bolluk yaratmanın yollarını göstermeye çalıştık Ercişlilere. Erciş’e geldiğimizde gördük ki Yeşil Erciş bir film platosu sanki. Yıkılmış binalar, çatlak duvarlar, enkazı henüz kaldırılmış, toz duman içindeki arsalar, boşaltılmış apartmanlar, konteynırlar, konteynırlar...

Permakültür uygulamalarımız 78 yaşındaki Ceylan Nenenin bahçesinde oldu. Nenemiz 11 çocuk yetiştirmiş. Oğlu Hüseyin Ceylan “yedi de gelin yetiştirdi” diyor. Nenemiz binlerce yıldır süzüle süzüle gelen toprak ve doğayı işleme bilgisinin, doğadan gelenleri işleme kültürünün bilge temsilcisi. Ceylan nene bahçesinde 3 erkek evladı, 3 gelini ve 8 torunu ile birlikte yaşıyor. Erciş’te hasbıhal ettiklerimiz, biz sormadan deprem anılarını anlatmaya başlıyor. Deprem anında nerede olduklarını, ne hissettiklerini defalarca defalarca anlatıyorlar. Sanki her anlatım yeni bir katarsis sağlıyor yüreklere. Cep telefonu ekranlarından, deprem görüntülerini izletiyorlar bize.

Ceylan Nene’nin Hüseyin oğlu ve Asuman gelinine konuk oluyoruz. Asuman, depremde 5 gün 5 gece beklemiş yıkıntıların içinden sevdiklerini çıkarmak için. İki aylık evli erkek kardeşini ve taze gelini, 15 yaşındaki körpe kız kardeşini, annesini ve dahi babasını çıkarmış enkazdan, ama canlı değil. Asuman’ın yüreği büyük deprem görmüş, binlerce Van’lı, Erciş’li gibi..Gözlerindeki ışık kaybolmuş, ışığa tutunamayan çocuklarının okuldaki başarıları düşmüş. Ekolojik Restorasyon Uygulamalarının en meraklı katılımcılarından biri de Asuman oldu. Soba ve ocak atölyesinde Emet’in “kadınlar da atölye aletlerini mutlaka kullanmalı” önerisini ikiletmedi ve hayatında ilk defa eline matkap aldı. Kullanılmış yağ kovasının dibine delikler açtı. Ben, geldiğimizden beri Asuman’ın ilk defa bu kadar geniş güldüğünü gördüm. Erciş/ Van Afet Sonrası Ekolojik uygulamalarımız Asuman’ın yüreğini restore edebilmiş midir bilmem, ama her geçen gün daha da yalnızlaştığımız şu global köyde benim yüreğim restorasyon gördü Erciş’te.

Yokluktan Bolluğa ekibinin taze kanı ise Yeliz Mert. Zumbara’dan tohum takasına, ekolojik mimariden Anadolu Jam’e her tür sürdürülebilir yaşam mecrasına da neşesini ve enerjisini akıtır. Bu deneyim onun için değerli olduğu kadar onun katılımı da herkes için çok değerli oldu. İşte Yeliz’in düşünceleri;

Depremden hemen sonra bölgeye bireysel olarak nasıl bir yardımda bulunabileceğimi düşünmüş ve arama-kurtarma ya da ilk yardım konularında eğitimli olmadığım için üzüntü duymuştum. Ancak sonrasında Permakültür ile Erciş’e gitme fikrini duyunca, insanlara kendine yeterlilik konusunda nasıl yardımcı olabileceğimi düşünmek bana büyük bir heyecan verdi. Bu anlayışla ve büyük bir şevkle Emet ve Sevgi’ye katıldım.

Proje kapsamında mevcutta var olanları gözlemledikten sonra, bulunduğumuz ortama en iyi katkıyı yapabilecek ve insanların kendi yaşam alanlarında basit çözümler ve atıklarla nasıl bir dönüşüm gerçekleştireceklerini görmelerini sağlayacak şekilde programımızı güncelledik. Oraya vardığımız andan itibaren yanında kaldığımız aileyi evden çıkan organik atıkları biriktirmeye yönlendirdik ve bunların nedenlerini paylaştık. Kimi zaman manavlardan çürümüş sebzeleri istedik, kimi zaman yolda gördüğümüz hayvan kemiklerini, at gübrelerini topladık... Bunların hepsi projemizin amacını ve yöntemini kendiliğinden insanlara benimseten unsurlardı. Elimizde var olana farklı bir gözle bakabilmeyi ve dolayısıyla bağımlı olmak yerine kendine yeterli olabilmeyi projemiz ile doğal bir şekilde aktarabildik. Erciş’te olduğum süre boyunca permakültürü çaresizlik anlarında nasıl kullanabileceğimizin yanı sıra toplumsal deneyimler de yaşadım. Özellikle kadın ve çocukların projemize katılımının, onların kendilerine ve yaşamsal ihtiyaçlarına farklı gözlerlerle bakmalarına yardımcı olduğunu hissettim. Katılımcılarımızdan Leyla’nın projemiz kapsamındaki uygulamalardan biri sırasında kurduğu şu cümle çok etkileyiciydi: ‘Deprem, kadın-erkek dinlemiyor; bizim de öğrenmemiz gerek.’

Erciş deneyimi gönülden bir deneyimdi. Maddi/manevi herkesin küçük küçük katkılarını bir araya getirmesiyle, ‘kendini adamasıyla’ gerçekleşti. O topraklara ve kültüre saygı göstermek ilk öncelikti. Halk ile bütün olma ve yerelden beslenmenin bir örneğiydi. Öğretmek isteği değil; paylaşma isteği vardı. Bu yüzden de Ninemiz beni bağrına bastı, tecrübelerini paylaştı, Asuman evini ve gönlünü açtı, katılımcılarımız şevkle bizimle çalıştı ve iyi niyetimizi paylaştı. Erciş deneyimi benim için bütünlük demekti; toprakla, insanla, kültürle, farklılıkla...


Etkinlikten diğer fotoğrafları facebook'ta görebilir, ekibe soru ve yorumlarınızı Kendine Yeterli Toplum sitesi aracılığıyla iletebilirsiniz.


1 yorum:

  1. Tum bu insanlarin ellerine en onemlisi de kocaman, guzel yureklerine saglik!

    YanıtlaSil

Popüler Yayınlar