DÜNYAYI KURTARAN KADINLARDA ARA

19.3.15

Kandida 5: Kandida'dan sonrası...


Bir yavrumuz olmuş gibi hissederek yazıyorum... 


Uzun soluklu Kandida yazı dizisiyle bir süredir size buradan seslenen Didem, hem blogda hem de gerçek hayatta gördüğü yoğun ilgi ve aldığı sorular dolayısıyla bugüne kadar ki yazılarını kandidabyebye blogunda topladı. Hem bugüne kadarki serüvenini hem de bundan sonraki yazılarını, düzenlediği seminerlerin duyurularını ve danışmanlık çalışmalarını artık oradan da takip edebilecek, kendisine doğrudan ulaşabileceksiniz.

ve Didem'in süreci özetlediği yeni yazısını da buradan takip edenlerle paylaşmak istedik...güle güle Kandida :)

https://kandidabyebye.wordpress.com/vol-5-post-kandida-yasam-daha-fazlasi/

23 Temmuz 2014… İşte bu tarih ile kainata altın harflerle yazdım: ELVEDA CİCİM! Geri dönmedi. Vedalaştık. Yazmıştım size de en son mektubumda (https://kandidabyebye.wordpress.com/kandida-bir-yok-olus-hikayesi/). Şimdi neden mi yazıyorum? O kadar çok kişi bana ulaştı ve süreçlerinde yardımcı olmamı rica etti ki… ve “Savaşçı” sıfatı ile gururumu okşayan, tebriklerini kalpten sunan onlarca kandida müzdaribi insanla tanıştım. Bu nedenle güncellemelerimi ve bu konu hakkındaki süre giden gözlemlerimi aralıklarla yeniden paylaşmam gerektiğini düşünüyorum. Hem geçmiş 4 yazının bir özetini, hem de yeni bakış açılarımı paylaşarak bazı sorulara cevap vereceğim:
 Nasıl başladı?
Neler yaşadım?
Nasıl kronik hale geldi?
Çözüme nasıl ulaştım?
Hangi yöntemleri denedim?
Başarısızlıklarım ve başarılarım neler?
Hayatımı nasıl etkiledi?
Kandida neden önemli ve bana neler anlatıyor?
Dişiliğimle/kadınlığımla bağlantısı ne?
Şimdi ne yapacağım?
Kandida ile ilk tanışmam 2008 yılına tekabül eder. 22 yaşındaydım. Yaklaşık iki yıldır vejetaryendim. Önceki senelerde protein temelli beslenip yoğun spor yaparken ikinci itibariyle farklı bir yaşama geçiş yaptım. Tamamen bu konuya bağlamıyorum elbette, ancak şu anda görüyorum ki oldukça karbonhidrat ve şeker ağırlıklı (günde 2-3 kilo meyve gibi) besleniyordum. O yıl nadiren kendisini gösteren vajinal kaşıntı ve akıntılar bir sonraki sene iyiden iyiye kendisini göstermeye başlamıştı. Bir kaç kere kullandığım ertesi gün hapı ve ardından başladığım doğum kontrol haplarının etkisini söylemiyorum bile.
Aynı sene ruhsal olarak yorulmaya başlamıştım. Anksiyete ve panik atakların yoklamaya başlamasıyla kandida iyice güçlenmeye başlamıştı, ya da tam tersi. Zira şu anda biliyorum ki kandida panik atak ve anksiyetenin başlıca nedenlerinden biri.
İkili İlişki Muamması: Dişiliğin Karanlığa İtilmesi
Velhasıl-ı kelam, 2009-2012 arasında gittikçe bedenimi ele geçiren kandida ve anksiyete halleri ile yorucu bir hayata sahip olmuştum. Aynı süre zarfında yorucu bir ilişki içerisinde debeleniyor olmak da tuzu biberiydi her şeyin. O vakte dek özgür ve sakin bir hayatım varken, ikili ilişkinin kontrolcü yapısından dolayı kendim olmaktan çıkmış ve ilişkiyi sürdürmeye çalışır halde bulmuştum kendimi. Dişiliğimden eser kalmamış, güçsüz ve yetersiz gördüğüm partnerim yerine erkek olmaya çabalamaktaydım ilişki içerisinde. Şimdi dönüp baktığımda, kendimi kaybetmiş halde, sağlığıma dikkat etmeden, ruhsal bir bunalımda hayatımı devam ettirmeye çabalarken elbette ki kandidanın bedenimi mesken tutması hiç de şaşılacak bir şey değil. Bir yandan kendi hayatımın iplerini başkalarının eline vermiştim, diğer yanda ise bundan hoşnut olmayan ve karanlıkta sıkışıp kalan dişiliğimin çığlıkları ve paniğini nasıl yatıştıracağımı bilemiyordum. Bunu kendi ellerimle bu hale getirmiştim.
Bir şeyler yapmam gerektiğini biliyordum. Sağlıksızdım ve korku dolu bir hayat yaşıyordum. Partnerimle bir aradayken kandida ve ataklar geri dönüyor, ondan uzaklaşıp kendi yaşamıma ve kararlarıma dönmeye başladığımda ise rahatsızlıklarım benden uzaklaşıyorlardı. Daha açık bir cevap nasıl olabilirdi ki acaba!?
İlişkiyi bitirdim. Kolay olmadı, sürüncemede kaldı bir süre, aynı bedenimdeki kandida gibi, ancak başardım ve yeni bir hayata başladım.
2011 senesi ile birlikte yaşamımı yeniden kurgulamanın ve spora yeniden başlamanın paha biçilmez hafifliğini deneyimliyordum, lakin henüz tam anlamıyla kurtulmuş sayılmazdım. O noktaya nasıl geldiysem aynı karanlık yolda giriş kapısına ulaşmak da o kadar zaman alacaktı belli ki. Sabır ve metanete ihtiyacım vardı… ve elbette ki inanca.
2012 yılının başında yeni bir ilişkiye başladım. Kısa sürede (6. Ayda) evlenme konusu açılmıştı. Dingin ve mutlu bir ilişkiydi.. bir süreliğine. Önceki ilişkimde ipleri yitirmiştim, bunda ise tam tersi kontrol delisi olmuştum. Ancak yine aynı sorunla yüzleşiyordum: Yetersiz eril.
Asabi ve öfkeli bir kadına dönüşmeye başlamıştım. Gün geçtikçe ve hiç bir sınavımdan geçemediğini gördükçe (kadınlar her daim erkeklerini sınarlar) çıldırıyordum. Tabi ki manidar olarak bu sınamalar ve çıldırmaların başlamasıyla kandida 1 seneden sonra geri döndü. Hoş, koşturma ve iş yaşamı içerisinde karbonhidrata yeniden ağırlık vermiş olmamın da etkisi eminim olmuştur, ancak kandida sadece materyalist bir eleman değil, aynı zamanda maneviyatınızı sömürmeye ve ondan beslenmeye de çok açık bir asalak. Sizi ele geçirir, duygu dünyanızla dünyayı yönetmeye kalkar. Sonra bir bakmışsınız onun için çalışan bir köle olmuşsunuz.
Gel zaman git zaman, bedenimin bir şeylerin ters gittiğini bana bağıra çağıra söylemeye başlamasıyla (panik atak geri dönmüştü, akıntı-kaşıntılar başlamıştı ve sürekli bitkindim) kendime geldim ve bir ilişkiye daha son vererek yeniden başlangıç yapmaya karar verdim. Tanrım neydi beni bu kısır döngüye bir kere daha sokan!?
Yeni bir hikâye…
2013 yılının topraklarımızda diriliş ve farkındalığı su yüzüne çıkarması gibi bende de bastırılmış olan pek çok his ve örüntüyü/kalıbı sarsmıştı. Artık hayatımda nelerin “olmaması” gerektiğini görmeye, daha doğrusu kabullenmeye başlamıştım. Bağımlılıklar üzerine kurulu, asalak bir ilişki istemiyordum. Hatta asalak duyguları da görmeye başlamıştım ve her birini kalbimden söküp atmak istiyordum. Kararım kesindi. Kendi rehabilitasyonuma start vermiştim.
İlk olarak bedenimi yenilemeye karar verdim. Tekrarlamaya başlayan hafif anksiyete halleri, yoğun bel ağrısı ve geçmek bilmeyen vajinal kaşıntı ve akıntılar yok edilmeliydi. Üçünün de birbiriyle bağlantılı olduğunu anlamak benim için zor değildi elbette. 15 yaşımdan bu yana bedenimle derin ilişkiler içerisinde bulunmak pek çok şey öğretmişti bana. O zamandan bu yana hazır gıda yememiş ve her türlü katkı madde içeren besin gruplarından uzak durmuştum. Sonuç olarak da bedenimle doğrudan bir iletişim geliştirmiştim. Her ne kadar anksiyete dönemlerinde zihnimin bana oynadığı oyunlar bu derin ilişkiyi olumsuz bir şekilde kullanmış olsa da, bedenimin verdiği tepkiler ile duygusal zeminimin ilişkilerini görebiliyordum. Savaş çanları çalıyordu.
Doğa’ya yakın yaşıyor olmam ve toprak ile çalışıyor olmam bu süreci daha güçlü kılıyordu. Doğa, aynadır. Kendinizle yüzleşirsiniz, aynı ikili bir ilişki gibi. Başınızı kaldırdığınızda size bakan bir dağ acımasızca sizi size gösterir. Kaçışınız yoktur. Değişmek, dönüşmek ve ölmek zorundasınızdır. Doğa, yenilenmek için ölmelisin der.
Hayatın karşıma çıkardığı bir insan aracılığıyla bambaşka bir dünyaya adım atıp, zaten irdelediğim alanları maddesel kılacak yetilere ulaşabileceğimi elbette bilemezdim. Dedim ya, doğa böyle bir şey. Hazır olup olmadığınıza bakmaz, sizin ihtiyacınızı sizden daha iyi tanımlar ve keskin kılıcıyla başınızı keser. Yeniden çıkan şeyin bir baş olacağını ummayın hiç. O boşluk evrilip dönüşür ve hiç tanıyamayacağınız ismi konulmamış bir ağaca dönüşebilir.
Konuya dönmeliyim, evet. Tanıştığım kişi bu yolculuğumda bana doğa gibi ayna tutan, araştırıp kandida meretini ışığa çıkartmamı sağlamama yardımcı olacak kişiydi. Çin Tıbbı gelenekleriyle beni tanıştırıp, duruma daha da derinden bakmama yarayacak elemanları bulabilmem için ilham veren bir doktordu. Dr. Onur Aydınoğlu ile yolculuğumuz bir yaz sonu gününde Permakültür ve Geleneksel Çin Tıbbı’nın ortak noktaları üzerine sohbet ederken başladı. Doğa sonsuz bilgi kaynağıydı ve ikimiz de bu derinlikte kaybolmak için tereddüt etmeyen kişilerdik.
İlk önce bel ağrılarım için seanslara başlamışken kısa bir süre sonra kandidanın ağırlaşması ile bu alana yöneldik. Bana verdiği ilk tavsiyelerin her detayına ilk yazımda (https://kandidabyebye.wordpress.com/vol-1-yolculuk-basliyor/) yer vermiştim, o nedenle burada tekrarlamayacağım. Tavsiyelerin bazıları bedenimi güçlendirmiş olsalar da “fermentasyon” gibi uygulamalar maalesef durumumu daha da kötüleştirdi. Araştırmayı ve uygulamaya dair her şeyi doktorumun ellerine teslim etmiş değildim, bir yandan da yapabileceğim her şeyi yapıyor, sürekli araştırıyordum. Onur Bey için kandida bir araştırma konusu olurken benim için araştırmadan daha da öte bir ölüm-kalım ve ruhsal bir dönüşüm süreciydi. Bir yandan bedenimi canlı canlı çürüten bir parazite karşı mücadele veriyordum, diğer yandan ise 28 yıl boyunca bastırdığım ve toplumdan/ebeveynlerimden/okuldan öğrendiğim her şeyi tekrardan sorguluyordum. Aralarındaki bağlantının gerçekliğini gördükçe irkildim, daha derin mahzenlere indikçe ise bilinmez bir yolculuğun henüz başında olduğumu anladım. Sorun kandidadan daha öte bir şeydi: kazanılamamış bir kimlik, bastırılmış bir kadınlık ve ifade edilememiş bir varoluştu. Yol uzun, şartlar zor, ben ise kararlıydım. Ekoloji ve doğaya böylesine bir teslimiyetim ve ilgim varken, hatta mesleğim bu konularla ilgiliyken, beden ekolojimi önemini göz ardı edemezdim.
Delicesine sabah akşam araştırma yapmaktaydım ve en sonunda bir ışık görmeye başladım. 2014 Ocak-Mayıs ayları arasında fermente ürünlerle daha da baş gösteren kandidayı yok edebilecek bir protokolü olduğunu savunan bir doktora rast geldim: Dr. George John Georgiou. Kendisi yüzlerce hasta ile çalışmış ve uyguladığı kür ile başarılı sonuçlar almıştı. Aynen uygulamaya karar verdim. Bu sürecin detaylarına da 3. Yazımda (https://kandidabyebye.wordpress.com/kandidanin-donusu/) yer vermiştim, o nedenle burada yazmayacağım. Haziran ayında iyice bedenimi yoran kandidayı ellerimle toprağa teslim etmek için gerekli her şeyi yaptım ve en sonunda 23 Temmuz günü protokolü uygulamaya başladım. 23 Ekim’de sonuçlanan protokol başarılıydı: kurtulmuştum. Küre başladığım ilk günden bu yana hiç bir akıntı ya da kaşıntı yaşamadım. Elbette ki bittikten sonra her şeyi eski haline de getirmedim, zira hala “after-cure” uyguluyorum. Diyebilirim ki son bir ayda yeni yeni bir kadeh şarap içmeye ve arada kahve-çaya başladım. En baştan söylüyorum: KANDİDA’DAN KURTULMAK KOLAY DEĞİL. ZİHNEN, RUHEN VE BEDENEN HALDEN HALE GİRİYORSUNUZ. ANCAK MÜMKÜN VE KARARLILIK VE ADANMA İLE BAŞARIYA ULAŞMAK OLASI.
Tavşan Deliğinden Aşağı: İÇİMDEKİ İKİ VARLIK
“Yürüdükçe sarplaşan bir tepeye denk gelmişim meğer. Soğuk poyraza karşı fırtınada ilerlemeye çalışıyorum. Her şey bana karşı, ben ise inanıyorum, o zirveye ulaşacağım. Bildiklerim kadar bilmediklerim var. Lakin zamanım ve gücüm var, pes etmiyorum.”
Tüm bildiklerim birer birer anlamlarını yitirirken yerlerine yenileri gelmeye başlamıştı. 2014 Şubat ayında katıldığım bir atölye çalışmasında tanıştığım iki insan kandida ile kadınlığım, bedenim ve ruhsallığım arasındaki çürüklüklere dikkat çekmiş oldular. Onların peşinden gidip mensubu oldukları okulun (ISTA- International School of Temple Arts) 2. yazımda da basettiğim çalışmalarına katılmaya karar verdim. Ayrıntılarına değinmeyeceğim bu çalışmalar beni kendi içimdeki iki varlıkla buluşturdu: Dişiliğim ve erilliğim.
Mayıs ve Ekim aylarında katıldığım iki seviye çalışmanın ardından artık pek çok detayı görebiliyorum: Bastırdığım duygularımı, eril-toplum odaklı dünya düzeninin kadınlığımdaki hasarlarını, özgüvensizliğim ve ifadesizliğimle büyüyen olumsuzlukları ve aslında dünya ile parazitsel bir ilişkinin bedenime yansımasını, yani kandidayı. Bunları fark ettikçe kadın-erkek ilişkilerine ve dişilik üzerine çalışmalara daha çok zaman ayırmaya başladım. Zira kandida süreci ruhumu paramparça etmiş, bedenime olan güvenimi sarsmış ve elimden en güzel şeylerden birini almaya yeltenmişti: cinselliğimi. Zira hiç şaşırmıyordum, sadece isyandaydım. Bunu kabul etmiyordum ve kadınlığımın vahşiliğini, gücünü ve kutsallığını geri kazanmaya ihtiyacım olduğunu biliyordum. Ben bu şifayı kabul ettikçe, bedenimde gerçekleştirdikçe tüm kadınlık, tüm hayat şifalanıyordu.
Katıldığım atölye ve eğitimlerde kandidanın ve geçmişimin tüm varlığım üzerinde ne kadar etkili olduğunu fark ettiğim pek çok çalışmaya katıldım. Bunlardan en güçlüsü belki de “Yoni Masajı”ydı. Yoni, vajina anlamına geliyor. Söylendiğine ve benim de şahsen deneyimlediğime göre kadında tüm travmalar vajinada birikiyor. Özel tekniklerle yapılan bu masaj, kandida sürecinde bende en büyük kapıları açan şey oldu. O ana dek hiç farkına varmadığım pek çok travma kendisini gösterdi ve dönüşmeye başladı. Çok kutsal ve büyülü bir deneyim olan Yoni Masajı’nı almak ve hatta uygulamayı öğrenmek, hayatımın tam da bu noktasında büyük bir hediye oldu benim için.
  
Permakültür ve Beden Ekolojisi
Permakültür, sürdürülebilir, etik temellere, insanı ve dünyayı gözetmeye ve enerji fazlasını insan ve dünyaya vakfetmeye dayalı insan yerleşimleri tasarımı bilimidir. Ben, kandida dışında bir de bu alanla ilgileniyor, eğitimler veriyor ve projeler hazırlıyorum. Permakültür ile kandida ne alaka derseniz, buyrun yanıtı:
Permakültür ile değişen hayatım ve bakış açım şimdi de bana seçtiğim mesleğin bu rahatsızlıkla ne kadar alakalı olduğunu da gösterdi. Doğa ekolojisi ile beden ekolojisi aynı şekilde işler ve aynı nedenlerden dolayı dengesizliğe sahip olur ve bozulur. Aynı konvansiyonel (yani tek zamanda tek ürüne yer verilen) tarımın pek çok zira ilaç ve hormona ihtiyaç duyması gibi konvansiyonel bir beden de pek çok ilaca gereksinim duyar. Burada altı çizilmesi gereken konu “tek tipcilik”tir. Konvansiyonel tarımda arazide örneğin sadece hıyar yetiştirilir ve en az 15 çeşit ilaç kullanılması zorunludur, zira aksi halde pek çok zararlı ve hastalık akınına uğrar. Permakültür bu noktada bize bir çözüm getirir: Çeşitlilik ve toprağı beslemek. Beden ekolojimizde de aynı şey geçerlidir. Tek tip besinler (karbonhidrat-şeker ağırlıklı beslenmek gibi) ile oluşturulmuş bir diyet ve sürekli hastalanan bedene dayatılmış ilaçların bedeni sağlamlaştırdığı zannedilse de aslında uzun vadede kayıptır. O bedenin ekolojisi yerle bir olmuştur. Antibiyotikler bu nedenle en zararlı ilaçlardan sayılabilir. “anti-canlı” anlamına gelirler ve bedende sadece kötü bakteri ve canlıları değil, aynı zamanda uzun vadede kötü bakterilerle dengeyi sağlayan iyi bakterileri de öldürür. Tarıma döner ve örneklemeyi orada yaparsam: bizim amacımız zirai ilaç ile tüm canlıları öldürmek değil, bahçede çeşitli bitkileri yan yana dikerek ya da farklı ürünleri aynı alana ekerek çeşitlilik yaratmaktır. Bu çeşitlilik kendi içerisinde pek çok “zararlı ve yararlı” böcek, mikroorganizma, maya ve bakteri barındırır. Bu çeşitlilik sayesinde kendi dengesini koruyan bir organizmaya yani bahçeye sahip oluruz. Aynı zamanda yaptığımız diğer bir uygulama da bitkiyi hormonlarla beslemek değil, bitkiyi besleyen toprağı beslemek ve onu güçlendirmektir. Bunu pek çok faklı yöntemle yaparız (malç, kompost, vs). Bedenimizle doğayı bir araya getirirsem ve bir cümle kurmam gerekirse, bedenimiz de aynı çeşitliliğe ihtiyaç duyar. Kandida zaten maya halinde bedenimizde biz ölüp çürüyene kadar yaşayan bir canlıdır. Pek çok kötü ve iyi bakteri kolonisi bedenimizde bizimle birlikte yaşarlar. Ancak zira ilaçlar gibi antibiyotik ve benzeri ilaçlarla bu canlı nüfusunun dengesini bozduğumuzda çoğu zaman kötüler kazanır ve hükümdarlıklarını ilan ederler. Toprağı beslemek de bedeni beslemek de böyledir. Çeşitliliğin olduğu bir beslenme tarzı ve bedenimizdeki doğal ekolojiyi besleyecek olan gıdalar (probiyotik içeren gıdalar gibi).
Tabi bu noktada şunu özellikle söylemeliyim: Fermente ürünleri probiyotik içermelerine rağmen ağır kandida vakalarında önermiyoruz. Bu ürünler bedende “histamin” hormonu salgılanmasına neden olarak alerjik bir bünye yaratıyorlar ve bu durum kandidanın güçlenmesi için uygun bir zemin oluşturuyor. Ancak sağlıklı ve beden ekolojisi dengeli bir hale getirildikten sonra yavaş yavaş beslenmeye katılmasında büyük yarar var.
Son olarak bu bölümde bir şey daha eklemek istiyorum: Bizimle iletişime geçenlerin ilk sorusu “Peki bu kürden sonra normal hayatıma dönebilecek miyim?” oluyor. İnanın ki şu anda “normal” sandığınız şekerli, koruyucu maddeli, transyağlı, paketli ve taze-besleyici olmayan o gıdalar zaten “normalimiz” değiller. Şunu rahatlıkla söylüyorum: Son bir sene içerisinde hayatımda hiç olmadığı kadar zengin ve çeşitli, lezzetli besinler tüketiyorum. Yemek tariflerini ve aperatifleri bu sitede paylaşacağım yakında ve siz de göreceksiniz. Kandidalı bir yaşam bizi kısıtlamıyor, aksine aslında görmemiz gereken detay, bu meretin hayatımıza kazandırdığı farkındalık. O yüzden “hayatımda başıma gelen en iyi şey kandida oldu” diyebiliyorum. Unutmamalıyız ki bu sadece fiziksel manipülasyonların yapıldığı, diyet ve tedavilerin uygulandığı bir süreçten daha fazlası. Bizler hem zihinsel, hem ruhsal hem de fiziksel olarak bir yolculuğa çıkıyoruz. Kaldı ki fiziksel değişiklikler bu sürecin ancak 1/10’unu kapsıyor. Şimdi ise kendi adıma diyebilirim ki, son yazıyı yazdığımdan bu yana 3 ay geçti ve HÂLÂ TEMİZİM!
Şimdi ise yolum başka bir yere evriliyor… Son yazımda müjdesini verdiğim bir kaç konu hayata geçiyor, hatta daha da fazlası. Kandida seminerlerini başlattık ve elimizden geldiğince çok insanla yeni oluşturduğumuz protokolü paylaşıyoruz. Ayrıca senelerdir kadınlarla çalışmalar yapmak istememin ardından, kandida ile içselleşen ve derinleşen bilgilerimi farklı bir platformda paylaşmaya başlıyorum. Hem Yoni masajı uygulamaya, hem de kandida süreci için danışmanlık yapmaya başlayacağım. “Bütüncül” bir yaklaşımla, sadece fiziksel tedavilerle değil, aynı zamanda ruhsal-zihinsel-bedensel ekolojik danışmanlık yaparak 9 senelik maceramı en etik ve faydalı şekilde paylaşmaya niyet ettim. Herkese sevgiler.

3 yorum:

  1. Ben de aranıza hogeldimmmmm :) Kandida ile ilgili açıklayıcı yazılarınızı çok beğendim :) Blogumda yayınlamak isterim kaynak göstererek :)
    https://www.facebook.com/beniyisimi2

    YanıtlaSil
  2. Didem Hanım size ihtiyacım var...

    YanıtlaSil

Popüler Yayınlar