DÜNYAYI KURTARAN KADINLARDA ARA

22.1.16

umut bostanları


Çevremdeki pek çok insan gibi ben de bazen, bu aralar daha da sık, umutsuzluğa kapılıyorum. Arada bir umut verici bir şey oluyor ve sanki içimde bir pil şarj oluyor. Bazen de o umudun peşinden biraz koşmak, onu başka yerde arayıp bulmak gerekebiliyor. Ben umut aramak için Sultanahmet'teki patlamadan tam iki gün sonra, arkadaşların "aman kalabalıklara karışma, şüpheli tiplerden uzak dur" telkinleriyle İstanbul'a doğru yola çıktım. Vandana Shiva Türkiye'ye geliyordu ve Ekofeminizm kitabının çevirmeni olmam dolayısıyla kendisiyle özel bir toplantıya davet edilmiştim. Ne yalan söyleyeyim, İstanbul'da başıma bir şey gelirse de gözüm açık gitmem diye de düşündüm...

https://twitter.com/UniBogazici
Vandana Shiva 15 Ocak günü “Hrant Dink Anısına İnsan Hakları ve İfade Özgürlüğü Konferansı”nın konuşmacısı olarak İstanbul'a geldi. Boğaziçi Üniversitesi'nde, ağzına kadar dolu bir salonda, Hrant'ın anısına barış, dayanışma ve özgürlükle ilgili bir konuşma yaptı. Pek çok kaynakta bu konuşmayı özetleyen metinler bulabilirsiniz. Örneğin: Gaia Dergi ve Radikal

Bu konuşmanın Shiva'nın bugüne kadar yazdığı yazılar ve verdiği demeçlerin bir derlemesi olduğunu söylemek mümkün. Gandhi'den, yeşil devrimden, etnik kimlik ve çatışmaların neye hizmet ettiğinden, ekonomi ile krematistik arasındaki farktan, tohum özgürlüğünden ve geomühendislikten, tabii hep kısa kısa söz etti. Sanıyorum Shiva'yı az çok takip eden birinin daha önce mutlaka bir yerlerde okuduğu şeyleri tekrar etti. Ama bu kısa ve eklektik denilebilecek konuşmasında bile bana ilham ve umut verdi.

Salondan ertesi gün onunla şahsen tanışacak olmanın heyecanıyla çıktım ve gücü yettiğince dünyayı kurtarmaya gönül vermiş kadın ve erkeklerden oluşan "camiamızla" kantin muhabbetine geçtim. Cumartesi günü yine Boğaziçi Üniversitesi'nde, bu kez daha az katılımlı bir buluşma yaptık. Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu, Boğaziçi Üniversitesi Tarla Taban Grubu, Alakır Nehri Kardeşliği, Yeşil Gazete, Slow Food Ağı vb. çeşitli oluşumlardan ve bağımsız aktivist katılımcılarla yaklaşık 4 saat boyunca hem Çiftçi-Sen temsilcilerinden Türkiye'deki durumun detaylarını ve vehametini, hem de Shiva'dan büyüklüğü dolayısıyla çok daha ciddi sorunlar yaşayan Hindistan başta olmak üzere tüm tarım ülkelerinin geçtiği benzer süreçleri dinledik.

Shiva, sorular üzerine Yeryüzü Demokrasisi olarak adlandırdığı yaklaşımı "Bizler her şeyden önce bu gezegenin sakinleriyiz ve sonra insanız. İnsan bedeninin de gezegenin de sağlıklı olması aynı kurallara uymakla mümkündür. Yeryüzü Demokrasisi bu gezegenin tüm sakinlerinin sağlık ve refahını eşit tutan, sağlık için her şeyden önce gerçek gıdaya, gerçek gıda için de gıdanın üretimi ve dağıtımını büyük şirketlerin elinden kurtarmaya, gerçek çiftçilere iade etmeye vurgu yapan bir sistemdir." şeklinde açıkladı. Tohum ve gıda güvenliği konularında devletlerin yaptırımlarının tamamen şirketlerin çıkarına olduğunu, tohum ve gıda işleme süreçlerinin "standartlaştırılmasıyla" daha sağlıklı hale getirilmediğini, tersine güvenli olup olmadığı bilinmeyen pek çok işlem ve katkı maddesinin kullanıldığını özellikle belirtti (Ben bu satırları yazarken Polonya Kırsalını Koruma Koalisyonu'ndan aynı konuda bir basın bildirisi geldi!) "Herkes gerçek gıda tüketmelidir ve gerçek gıdayı fabrikalar değil gerçek çiftçiler üretir." dedi.

Fotoğraf: Yıldız Olcay Akyıldız
Shiva'nın sık sık sözünü ettiği olgulardan birisi olan Hindistan'daki çiftçi intiharları da buluşmada gündeme geldi. 1995 yılından bugüne ülkede 300 bin çiftçinin endüstriyel tarım uygulamaları ve borçlanma sebebiyle intihar ettiğini belirten Shiva, bu çiftçilerin dul eşleriyle yürüttükleri Umut Bostanları adlı projeyi anlattı. Projenin öncesinde bu vakalardan kaç kadının etkilendiğini ve etkilenen kadınların ihtiyaçlarını tespit etmek için çok sayıda halk toplantısı düzenlemiş ve ciddi miktarda veri toplamışlar. Kadınların ya başkalarının arazilerinde işçi olarak çalıştıklarını (Monsanto buna kadınların özgürleşmesi diyormuş!) ya da seks işçisi olduklarını tespit etmişler. Bu kadınları, eskiden pamuk gibi endüstriyel bitkiler ektikleri arazilerde, kendi ailelerini beslemek için ürün çeşitliliğinin yüksek olduğu bostanlar yaratmaya teşvik etmişler, onlara sağlıklı ve yerel koşullara uygun gıda bitkisi tohumları dağıtmışlar. Projenin bir parçası olarak buralardan alınan ürünleri, miktarlarıyla değil besin değerleriyle ve çiftçinin kendi yediği ürünü üretim olarak hesaba katmayan milli hasıla hesapları yerine çiftçinin kendisine sağladığı getiri ile değerlendiren analizler yapmış, bu ürünleri tanıtıcı ve yaygınlaştırıcı kampanya ve festival gibi etkinlikler düzenlemişler. "Bu yolla hesap yaptığımızda ekolojik tarım yapan çiftçinin gelirinin 10 kat arttığını tespit ettik," diyor.

Shiva'nın da belirttiği gibi, aslında Hindistan'da yaşananlar dünyanın her yerindeki tarım topluluklarının yaşadıklarına paralel. Türkiye'de biz de köylü-çiftçinin bir yandan borca mahkum hale getirilişini, bir yandan termik santral, HES ve benzeri projelerle toprağından koparılışını izliyoruz. Elbette katılımcılardan biri ona biz ne yapmalıyız, nereden başlamalıyız diye sordu. Shiva, "Yemek tarımsal bir faaliyettir. 10 kişi bir araya gelin ve bir çiftçiyi destekleyin. Atalık türler yemeyi tercih ederseniz atalık tohumu korumuş olursunuz," dedi.

Buluşmadan sonra hep birlikte bostancıların elinden alınmaya çalışılan tarihi Yedikule bostanlarını ziyarete gittik. Shiva bostancılarla sohbet etti,  bostana tohum ekti ve bostancıların sesini uluslararası düzeyde duyurmak için elinden geleni yapacağını belirtti. Bostanda pek çok gazeteci ve araştırmacının sorularını cevaplayan Shiva'nın cevaplarını bölük pörçük yazmaya çalışmak yerine aşağıdaki videoyu paylaşmak istiyorum.


"Tüm bu cafcaflı binalar yıkıldığında ve fosil yakıtlar tükenip gemiler çalışmaz olduğunda, insan yaşamını sürdürecek olan bu bostanlardır."



1.1.16

sinek kuşları

2015'in son gününü, bir yandan kuzinede kuru fasulyeli kek pişirip bir yandan çeviri yaparak geçirdim. Aralarda komşuya gittim, köpeği gezdirdim, ördeklerin, kazların donan sularını yeniledim, el arabasının lastiğini şişirip odun taşıdım ve internet tarayıcımın sonra okunmak için haftalardır açık bırakılmış sekmelerini nihayet okuyup kapatmaya çalıştım (ve yine başaramadım :) ).

Okunacak sekmelerden biri Vandana Shiva ile, 2003 yılında yapılmış bir röportajdı. Röportaj bana üniversitedeyken okuduğum ilk sürdürülebilirlik makalelerini, uzunca hayalini kurduktan sonra kavuştuğumuz toprak parçasını su altında bırakacak barajı ve bu toprağın yer yer yabani ot bile yetişmeyecek kadar zehirlenmiş/öldürülmüş olduğu gerçeğini hatırlattı... Gerçekleşen ve kırılan hayaller nasıl bu kadar iç içe geçebiliyor bir kez daha hayret ettim... Bizi hayatta tutan şey bu denge mi acaba? Belirsizlik ve Değişimle Birlikte Güzel Bir Hayat mümkün mü acaba?

Vandana Shiva'dan bu blogda defalarca söz ettim, yazılarını paylaştım. Shiva'nın, gezegenin kaynaklarını ele geçirmek ve sömürebilmek için her şeyi yapabilecek dev güçlere karşı dimdik duruşuna, zekâsına, bir yandan dünyayı kurtarmak için ciddi bir savaş verirken bir yandan hep gülümsemesine ve sanki az sonra kalkıp size çay ikram edecekmiş havasına hayranım. Uzundur yazdığı her şeyi okumaya çalışıyorum ve şimdi ona bir adım daha yaklaştığımı hissediyorum, çünkü Sineksekiz Yayınevi için, Maria Mies'le birlikte kaleme aldıkları Ecofeminism adlı kitabın çevirisini yapıyorum.

Bu kitabın çevirmeni olmak benim için bir onur. Vandana Shiva dünyayı kurtarmak denince aklıma gelen ilk kadınlardan; ama Dünyayı Kurtaran Kadınlar sadece ünlü aktivistleri kapsamıyor. Bu blog, bu kavram, ne demeliyim, bu kurgu... aslında benim hem kötülerle dişe diş kavga etmek isteyen yanımı, hem "Kuş ölür, sen uçuşu hatırla" diyen yanımı, hem de sinek kuşu olmak isteyen yanımı kucaklıyor. Evet bir yanım barajlarla ve madenlerle mücadele etmek, sistemi kökünden sarsmak, dünyayı kurtarıp tarihe geçmek istiyor. Bir tarafım da dünyayı olduğu gibi kabullenmek, kendi içime dönmek, yazmak çizmek, örgü örüp dikiş dikmek, şu bilgisayarı bir kenara bırakıp ağaçlarla kuşlarla muhabbet etmek istiyor. Ama sonuçta dönüp dolaşıp kendimi sinek kuşu gibi su taşırken buluyorum. Sanırım önümüzdeki yıl yine ne dünyayı kurtarabilecek ne de ormana taşınabileceğim. Sinek kuşu olmaya, tek başıma beceremeyeceğimi bilsem de, dünyayı kurtaracağına inandığım şeyleri elimden geldiğince yapmaya devam edeceğim. Başka sinek kuşlarının varlığından haberdar oldukça heyecanlanacak ve onlar hakkında yazılar yazacağım. Siz de bir sinek kuşuysanız, ya da bir sinek kuşu tanıyorsanız bana bir mesaj atın da tanışalım.

İyi seneler.

Popüler Yayınlar